Mavi Marmarayı ve o kanlı baskında hayatlarını kaybeden şehitlerimizi bilmeden önce en son ne zaman bu kadar yüksek sesle hissetmiştim vicdanımı, yüreğimi ve tüm benliğimdeki Allah sevgisini inanın ben de bilmiyorum... Birinin kendisini hiç tanımadığı insanlar için feda edebilecek kadar, belki kendi çocuklarını yetim bırakmak pahasına kocaman bir yüreğe sahip olması... Acaba kaç insan bunu yapabilecek kadar cesarete, yüreğe ve Allah aşkına sahiptir? Bazılarımızın komşusunun aç mı yoksa tok mu olduğundan haberi dahi yokken, bir tanıdığına selam vermemek için başlarını diğer tarafa çevirirken, onlar bazılarımızın umursamadığı Filistinli kardeşlerimize yardım edebilmek için Gazze'ye gitmeyi istediler... Hem de Allah yolunda kendi canlarını feda etmek pahasına... Bir gece yarısı izlediğim bir videoyu anımsıyorum... Şehit Cevdet KILIÇLAR’ın dudaklarından çıkıp hepimizin kalbine mühürlenen sözler... "İnşallâh Afganistan’da düşen uçakta şehîd olan Faruk Aktaş kardeşimizle Bahaddin Yıldız abimizin gıyabî cenaze namazını kıldık. Fatih’te arkadaşlarımız gıyabî cenaze namazlarını kılarken biz yanlarında değildik. Çünkü gemiyle Gazze’ye doğru yola çıkmıştık. Biz de o görevimizi buradaki kardeşlerimizle yerine getirdik. Allâh râhmet etsin. İnşallâh Allâh bize de onlar gibi bir son nâsib etsin." İzlediğim bu kısacık videodan sonra onu tüm hayatım boyunda tanımış, sanki bir ağabeyimmiş gibi hissetmiştim. Sonra düşündüm! Eşini, çocuklarını ve kısaca ona yakın olan herkesi... Bana bile hissettirmeden gözyaşlarım kendiliğinden süzülüp gitmişti. Sonra Furkan... O ana kadar varlığından bile haberim olmayan "KARDEŞİM"... Bir insan hiç tanımadığı birine nasıl bu kadar içten kardeşim diyebilir ki? O'nun fotoğrafını ilk gördüğümde "ama o daha çok genç" dediğimi anımsıyorum. En çok onun vefatı etkilemişti beni, belki şehitlerimiz arasında en genç olmasından dolayı... Furkan'ın umutlarını, hayallerini, ailesini düşündüm. "Allah'ım ne kadar da acı" dedim. İçime ağır bir hüzün çöktü... ama eşimin Kur'an-ı Kerim'deki bir ayeti anımsatmasıyla içimdeki ağır hüzün yerini buruk bir sevince bıraktı. "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın. Aksine onlar
diri olup Rab'leri katında rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın lütfundan kendilerine vermiş olduklarıyla
sevinç içindedirler ve arkalarından henüz onlara kavuşmamış olanları, kendilerine bir korku olmayacağı
ve üzülmeyecekleri üzere müjdelerler."
O zaman kendime "Acaba kaçımıza Allah yolunda can vermek ve şehit olmak nasip olur?" dedim... ve yakın bir zamanda tesadüfen rastladığım bir mektup satırları... Nasıl da kazınmış hafızama ve kalbimin derinliklerine... Şehit Cengiz Songür'ün kızının yazdığı mektup, sanki babasını bir daha göremeyeceğini biliyormuşcasına... "Selamün Aleyküm BABA; Aslında sana söylemek istediğim yüzlerce cümle var ama “Filistin” denince hele de oraya giden sen olunca kelimeler boğazımda düğümleniyor. Korkuyorum baba. Kardeşlerimin gözlerindeki hüznü, annemin yüreğindeki endişeyi gördükçe korkuyorum ama sonunda seni kaybetmek olsa da GİT BABA... Bir yetimin gülümsemesi için, bir annenin duası için git baba... Geriye bir tek adın da dönse git... Senin kızın olmak çok güzel baba.” Maalesef her şehidimize ait satırlara, cümlelere rastlayamadım ama ben inanıyorum ki onların hepsi şehit olacaklarını biliyordu çünkü; onlar yola ölmeye değil "şehit olmaya" gidiyoruz diye çıkmışlardı. Geride kalan eşler ve babasız kalan yirmisekiz evlat... ama onlar benden daha yürekliler. Eşlerini, babalarını şehit olmaları pahasına bile olsa Gazze'ye uğurladılar, hiç tereddüt etmeden helallik verdiler... ve onların hepsi bu hikayenin sonunu biliyor gibi vedalaşıp ayrıldılar eşlerinin, çocuklarının yanlarından... Ben de açıkçası kanlı Mavi Marmara baskınına kadar "kendine müslüman" olanlardandım. Dünyada olan olayları "Nasılsa ben düzeltemem, benim daha kendime hayrım yok" diye belki hafife alıyor, belki de içimi rahatlamaya çalışıyordum. Bu acı olay benim ömrümü ne kadar da boş geçirmekte olduğumu anlamama neden oldu. Sonra bir yakınımın temmuz sıcağında söylediği tek cümle, "Valla abla bu sıcak ne ki cehennem sıcağı bunun yanında çok soğuk kalır, o sıcağı algılamaya bizim zihnimiz yetmez." demesi... İşte o an benim hayatımın dönüm noktası oldu. Sordum içimdeki bana, "Acaba ben beni yaratan Allah için ne yaptım, niye beni cennetine alsın ki?" İşte ben o andan sonra içimdeki Allah sevgisini gerçek anlamda hissetmeye başladım. Mavi Marmara baskınından sonra yediğim her lokmada başkasını da düşünür oldum, geleceğe karşı bir kaygım kalmadı. Biliyorum ki ben Rabbime güvendikçe o beni yalnız bırakmayacak. "31 MAYIS 2011" evet az kaldı bu güne, hepimiz dokuz şehidimiz için Yasin-i Şerif okuyoruz, geride kalan yakınları için dualar ediyoruz. Maksadımız çok yalın, bu acı olayı unutmamak ve unutturmamak. Zaten daha başka nasıl bir amacımız olabilir ki? Herkes ailesinden bir şehit verdi ama ben ailemden dokuz şehit verdim, belki de bu yüzden yaram çok derinden... Ben Mavi Marmara ile “birlik olmayı” öğrendim, ben Mavi Marmara ile "insan kal" demeyi öğrendim, ben Mavi Marmara ile “insan olmayı” öğrendim. Ben Mavi Marmara da bir “kardeşimi” şehit verdim, ben Mavi Marmara'da "ağabeylerimi" şehit verdim, ben Mavi Marmarada "babamı" şehit verdim. İşte benim için Mavi Marmara.... Gülay ALTINER 12.05.2011 |